İnançlı işlem ve muvazaa uygulamada sıklıkla rastlanan tapu iptal ve tescil davası türlerindendir. Muvazaada bir işlemin tarafları bilerek ve isteyerek gerçekteki beyanları arasında uyuşmazlık meydana getirirler. Üçüncü kişileri/başkalarını yanıltma amacıyla, gerçekten olandan farklı bir durum meydana getirmek istenir. İnançlı işlemde ise bir inanan bir de inanılan taraf bulunmaktadır. İnanan taraf, bir hakkını inanılan tarafa devreder. Bunu bir zaman ya da amaçla sınırlı tutabilir, inanılan ise inananın isteği doğrultusunda bu hakkı kullanır ve inananın istemi ile birlikte kendisine tekrar hakkı devretmeyi taahhüt eder.
İnanılan kişi, inanan kişinin talimatları doğrultusunda taşınmazın/gayrimenkulün inanana devri yükümlülüğü altına girer. Eğer ki bu yükümlülüğü yerine getirmezse; inanan devrin dava yolu ile yapılmasını talep eder. Taraflar genelde bunu bir sözleşme ile yapar ve buna “inanç sözleşmesi” denir. İnanç sözleşmeleri genelde teminat amacıyla yapılır. Taşınmazını inanç sözleşmesi ile satan taraf; ki bu taraf borçludur ve alacaklısına rehinden çok daha kuvvetli bir hak tanımış olur. Ödünç almış olduğu/borç almış olduğu parayı ödediğinde taşınmazı geri alma hakkını elde etmiş olur. Genelde alacaklı olan karşı taraf ise borçlu borcunu ödeyene kadar o malı başkasına devretmemeyi ve akabinde de borç bittiğinde tekrar devretmeyi üstlenmektedir.
İNANÇ SÖZLEŞMESi NASIL KANITLANIR?
İspat hususunda 1947 tarihli İBK esas teşkil etmektedir. Bu karar uyarınca inanç sözleşmesinin yazılı delil veya yazılı delil başlangıcı sayılacak bir delil ile ispat edilmesi gerekmektedir. LAKİN, davanın ispatı için yeterli olmamakla birlikte, olayın vukuuna kanıt oluşturabilecek bir delil/belge karşı tarafın elinden çıkmışsa; bu durumda tanık dahil her türlü delille ispat edilebilir. Yani karşı tarafın elinden çıkmış bir belge yoksa tanık deliline başvurulamaz. 1996 tarihli bir Hukuk Genel Kurulu kararında bu durum aynen; ”inançlı işlemlerde taraflar kardeş olsa bile, iptal ve tescile karar verilebilmesi için aralarında yazılı delil veya davalılar elinden çıkmış aleyhlerine delil olabilecek yazılı bir belgenin bulunması gerekmektedir” şeklinde ifade edilmiştir.
HUSUMET
İnanç sözleşmesi sebebiyle tapu iptal ve tescil davalarında, inanan “inanç konusu taşınmazın” kendisine geri verilmesini her zaman talep edebilir. Bu talebini de “inanılana” yöneltmek zorundadır. Eğer ki “inanılan” sözleşme konusu taşınmazı üçüncü bir kişiye devretmişse kural olarak üçüncü kişiden talep edemez. Ancak, inanılan ile üçüncü kişi arasında gerçekleştirilen bu devir işlemi de inananın hakkını bertaraf etmek için yapılmış yani bir diğer deyişle muvazaalı ise üçüncü kişi aleyhine bu sebeple dava açılabilir. Lakin burada taşınmazı devralan üçüncü kişinin iyiniyetli olup olmadığı önem arz etmektedir. Taşınmazı devralan üçüncü kişi iyiniyetli yani taraflar arasındaki “inançlı işlem sözleşmesini” bilmiyorsa; kazanımı korunur ve yargılamasına devam olunan tapu iptal tescil davasında “tapunun iptaline” karar verilemez. Bu durumda inanan taraf yani uygulamada Davacı, yargılamaya “ sebepsiz zenginleşme” sebebiyle tazminat davası olarak devam ederek zararının giderilmesini talep edebilecektir.
ZAMANAŞIMI

İnançlı işlem sebebiyle tapu iptal ve tescil davalarında zamanaşımı konusuna özgü bir zamanaşımı süresi yasada bulunmamaktadır. Bu sebeple genel zamanaşımı süresine tabidir.
Türk Borçlar Kanunu madde 146 aynen;
“Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir” şeklinde düzenlenmiştir. Bununla birlikte Yüksek Mahkeme’de Hukuk Genel Kurulu kararı ile 10 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğunu kabul etmiştir.
İNANÇLI İŞLEMİN İSPATI, BU DAVALARDAKİ EN ÖNEMLİ NOKTADIR.
İnanç sözleşmeleri kural olarak şekle bağlı sözleşmeler değildir. Genelde de aile arasında yapılan sözleşmeler olması sebebiyle ispatı zordur, nitekim büyük oranda yazılı şekilde yapılmamaktadır.
1947 tarihli İBK kararında da özet olarak; inançlı işlemleri yazılı delil ile kanıtlanabileceği” vurgulanmıştır. Lakin güven ilişkisi yoğun ve çoğunlukla aile bireyleri arasında yapılması sebebiyle yazılı olmadığından; ispatı önemlidir. Yazılı bir sözleşme yoksa ancak “yazılı delil başlangıcı” bulunması halinde inanç sözleşmesinin tanık ve sair delille ispatı mümkündür. Delil başlangıcı yoksa mümkün değildir.
Yüksek Mahkemenin güncel kararlarında da bu husus;
“Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir. İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz. Öte yandan bilindiği üzere, bu tür iddialar (inançlı işlem) 05.02.1947 tarih ve 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı uyarınca ancak yazılı delille, yazılı delil yok ise yemin delili ile kanıtlanabilir. Delil başlangıcı bulunmayan hallerde tanık delili ile inançlı işlemin ispatı mümkün değildir.Somut olaya gelince; her ne kadar mahkemece, …25. Noterliğinin 16.08.2005 tarihli vekaletnamesi ile davalı …’ün savcılıkta verdiği ifade delil başlangıcı olarak nitelendirilip, davanın kabulüne karar verilmiş ise de; davacı tarafından 05.02.1947 tarih ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında yazılı bir belge sunulmadığı gibi, mahkemece delil başlangıcı olarak sayılan vekaletname ile davalı …’ün savcılık ifadesinin de dava konusu taşınmazın inançlı işlemle devredildiğine ilişkin bir delil olmadığı açıktır. Hal böyle olunca, ispatlanamayan davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. Davalıların yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA….. ( YARGITAY 1. Hukuk Dairesi Esas No: 2017/1898 Karar No: 2020/6542 Karar Tarihi: 08.12.2020) şeklinde belirtilmiştir.
Yine benzer bir şekilde;
“Davacılar vekili, davacı …’ın davacı şirketin ortağı ve yetkilisi olduğunu, 1600 parsel sayılı taşınmazını geri alınacağı inancı ile davalı kayınvalidesine satış suretiyle temlik ettiğini, temlikin bedelsiz yapıldığını, davalının taşınmazı geri vereceği yönündeki inancı pekiştirmek için 23.08.2016 tarihinde davacı …’a satış yetkisini de içeren vekaletname verdiğini, ancak temlikten sonra davacıyı azlettiğini, davacı …’ın dava dışı karısının boşanma ve katılma alacağı davası açtığını, müteahhitlik ve hizmet bedeli alacağının olduğunu ileri sürerek taşınmazın tapusunun iptali ile davacı adına tesciline, hizmet bedeli olarak taşınmazda 20 yıllık kullanım hakkı tanınmasına karar verilmesini istemiştir. Davalı, taşınmazı gerçekte satın aldığını, davacının mimar olması nedeniyle geniş yetkiler içeren vekaletname verdiğini, dava dışı kızı ile davacı asilin boşanma davası açılınca vekaletten azlettiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davacının temlikin tarafı olması nedeniyle kendi muvazaasına dayanamayacağı, taşınmazın davalıya hile ile devredildiğine dair delil bulunmadığı, yazılı delil veya delil başlangıcı niteliğinde belgenin olmadığı gerekçesiyle davanın reddine dair verilen kararın istinafı üzerine … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi tarafından davanın inançlı işlem olarak adlandırılmış, yazılı delil ya da yazılı delil başlangıcının bulunmadığı, açıkça yemin deliline de dayanılmadığı gerekçesiyle başvurunun esastan reddine karar verilmiştir. Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş, ek temyiz dilekçesi ile duruşma isteğinde bulunulmuş ise de temyiz süresi içerisinde duruşma isteğinde bulunulmadığından duruşma isteğinin reddi ile Tetkik Hakimi …’ın düzenlemiş olduğu rapor okundu, açıklamaları dinlendi, dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre; davacıların yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA” karar verilmiştir ( YARGITAY 1. Hukuk Dairesi Esas No: 2019/1792 Karar No: 2020/6177 Karar Tarihi: 23.11.2020).
Yüksek Mahkeme’nin güncel tarihli bu iki kararında da; yazılı delil ya da delil başlangıcı yoksa ve yemin deliline de dayanılmamışsa inançlı işlem sözleşmesinin ispatının mümkün olmadığı yönünde hüküm kurulmuştur.